14 Haziran 2016 Salı

Planemolar

  Planemolar, bir galaksiye bağlı olmayan yalnız gezegenler. Diğer gezegenler yıldızlarına olan mesafelerini birkaç santim bile ayarlayamasalar sonlarının gelmesi kaçınılmazken, planemolar "sikerler küllüğü uzat :))" kafasında varlıklar.

 Kendi içlerinde gün yok, gece yok, ay veya yıl yok. Uzayda sürükleniyorlar sadece. Galaksilerdeki gezegenler sanki haftanın yedi günü bir fabrikanın çalışanlarıymış, planemolar Pazartesi öğleninde birasıyla balkonda keyif yapan tipler gibi. Bir galaksiden atılmışlar ve ağızlarında bi sigara, boşlukta yüzüyorlar.

 Hadi bu şarkı da onlara gelsin madem:



1 Haziran 2016 Çarşamba

Plak'ton

Yaz sağanaklarından biri yağarken etrafını camla kapattırdığımız balkonda yerde oturuyorduk. Ağzımda kim bilir kaç dakikadır emzik gibi tuttuğum bira şişesi, aklımda ilk tanıştığımız gün vardı.

 İlişki kelimesinden nefret ediyorsam da, evet, onunla tanışmadan bir süre önce biten bir ilişkim vardı. İçimi daraltan evin duvarlarından köşe bucak kaçtığım bir akşamüstü kendimi Kadıköy'e atmıştım. Tek başıma barda otururken Facebook, Twitter, Instagram ağına düşmüştüm. Biraz içip kafam açıldıktan sonra birileriyle sohbet ettiğimi hatırlıyorum. Bi ara barın alt katına indim, Real Madrid-Atletico Madrid maçı izleyip sıfır futbol bilgimle türlü yorumlar yaptım. Sabaha karşı dört civarı, daha yürümeye başlayalı beş dakika olmuştu ki kendimi yerde oturur halde buldum. Midem Kartal-Kadıköy minibüsünde, boğazım içtiğim rezil shotlarda, kafam üç sene öncesinde takılı kalmıştı. Sarhoşluğun her şeyi ekstrem göstermesi sebebiyle düştüğüm için hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. 


 Adamlar, elleri kadınlarının bellerinde, dudakları dudaklarında, sabaha doğru yürüyorlardı. Sanki trenin altıncı durağındaydı sabah dedikleri ve ben ayağa kalkamıyordum. Gözümdeki yaşlardan ve karanlıktan biçimini seçemediğim bir gölge belirdi önümde. Kalın, puslu, sarhoş bir ses "Noluyor?" dedi. Gözlerimi elimin tersiyle silince, o an ayıldığımı hissettim ve o şokla tüm acımı unuttum.

 Sokak lambasının ışığıyla parlayan kahverengi-kızıl renkli uzun sakallı, saçları düz ve omuzlarına dökülmüş, boynunda yeşil atkısıyla bir evsiz vardı karşımda. "Beni öldüresiye sikecek" diye düşündüm. "Kalan bozukluklarımı zorla alacak. Başımıza üşüşen insanlara, polislere rağmen bunu yapmaya devam edecek. Beni delik deşik edecek."

Ayaklarımı yerde geri geri sürüyerek hızlı bir hamleyle kalkmaya çalıştım. Kalkarken bira şişesini hızla yere vurup kafamın üstüne kaldırdım. Çığlık kıyamet, yüzüne doğru savurdum.


...


 Arkadaşı bizi evine götürdüğünde güneş çoktan doğmuştu. Alnına tentürdiyot sürerken yedinci kez özür diliyordum.


...


 Balkon taşlarındaki sıcaklık, havanın kişisel kıyametini koparması güzeldi. Kedi dünyanın sonu geldi sanıyordu ve miyavlayarak (anırarak da denebilir) evin içinde koşturuyordu. Ara sıra balkona gelip yağmura bakıyor, gök gürlediğinde tekrar içeri kaçıyordu.


- O gece sen de sarhoştun, dedim birden.

+ Hangi gece?
- Tanıştığımız gece, dedim, gözleri çocuk gibi parladı. Çocuk gözleri.
+Hayatımda hiç duymadığım küfürler duydum o gece.

-Özür dilerim.
+ Hayır, o yüzden demedim. Sen Ömer'in evinden gittikten sonra seni tüm o rezil küfürlerinle beraber aklımdan çıkaramıyordum. Her kulağımdaki kesik sızladığında yüzün aklıma geliyordu. Daha önce hiç Bomonti şişesini katana gibi kullanan kadın görmemiştim.

Şimdi saçları kısaydı. Sakalları üç-dört günlüktü. Hastalığına rağmen tüm güzelliğiyle gülümseyip, tekrar gökyüzüne bakmaya devam etti. Birkaç dakika sonra ,bu ay içinde kim bilir kaçıncı kez, çocuk istediğini söyledi.


-Kedimiz var ya.


Yine anlamsız bir bahane sunarak onu susturmuştum. Sorumluluktan ve çocuklardan ve bu ikisinin bir araya gelme fikrinden nefret ettiğimi biliyordu. Kedi ve sorumluluk gayet iyiydi. Kedi ve sorumluluk ayrı ayrı da iyiydi. Bazen "Neden acımasız bi insanım?" diye düşündüğüm oluyor, o anlardan biriydi.


 Çirkinliklerime güzelliklerimden fazla vurulmuştu. İnsanların kusurlarını ve düşüşlerini sevmiyor olsaydı, birbirimizin varlığından bihaber olacağımızı düşündüm.


Sigaramı bitirip içeri geçtim, elbisemi çıkarıp yere uzandım. Gözlerimi ölü gibi kapattım. Ortalama bir ay içinde yaşanması gereken ruh hali değişimini tek güne sığdırıyordum, bunun onu çok yorduğunu da biliyordum. Ama yorduğundan daha fazla eğlendiriyordu o yüzden daha bu konuda çıldırmamıştı. Odaya girince önceki hafta Erenköy pazarından bulduğumuz plakla uğraştı.


Müzik başlayınca yanımda diz çöktü, gribi yüzünden kafasını sağa çevirip şiddetle öksürmeye başladı. Öksürüğü durunca bu dansı ona lütfedip lütfetmediğimi sordu. Bir şey söylemedim. Yanıma uzandı;


+ Pardon bazen şımarık bi kız çocuğu babası olduğumu  unutuyorum, dedi. O alaycı gülümsemesi hala güzel yüzündeydi, bir sigara yaktı. O dansı sadece ona lütfettim, onun kendini yalnızca bana lütfettiği gibi.